Морган Райс - Onurun Bedeli стр 11.

Шрифт
Фон

“Hey sen!” diye bağırdı bir Pandesialı. Alec başını önünde tutmaya devam ederken yüreği ağzına gelmişti.

Askerler onlara doğru koşarken Alec hançerini sıkıca kavrayıp hazırlandı. Fakat askerler onu değil, hemen yanındaki başka bir oğlanı durdurdular ve omuzlarından kabaca kavrayıp yüzüne baktılar. Alec derin bir nefes aldı. Durdurulanın kendisi olmadığı için rahatlamıştı. Hızla ve fark edilmeden kapıdan geçti.

Nihayet şehir meydanına girdiklerinde Alec kapüşonunu geriye alıp şehrin içini incelemeye başladı ve önündeki manzaraya hayran kaldı. Tam önünde Ur’un tüm mimari ihtişamı ve hareketliliği yayılıyordu. Şehir canlıymış gibi görünüyordu. Nabzı atıyor, güneşte pırıldıyor, gerçekten göz kamaştırıyordu. Alec başta bunun nedenini anlayamasa da sonradan sebebin su olduğunu fark etti. Her yerde su vardı, şehir kanallarla sarılmıştı, mavi sular sabah güneşiyle parlıyor, şehirde sanki deniz varmış gibi bir görünüm oluşturuyordu. Kanallarda her amaca yönelik araçlar vardı, sandallar, kanolar, gezinti tekneleri ve hatta Pandesia’nın mavi sarı bayraklarını taşıyan siyah savaş gemileri bile vardı. Kanalların etrafında parke taşlı sokaklar vardı, kadim taşlar, üzerlerinden her gün, her çeşit giyimli binlerce insanın geçmesi nedeniyle pürüzsüz hale gelmişti. Alec şövalyeleri, askerleri, sivil halkı, tüccarları, köylüleri, dilencileri, hokkabazları, satıcıları, çiftçileri ve daha birçok insanı gördü, hepsi de birbirine karışmıştı. Birçoğu Alec’in daha önce hiç görmediği renklerde giyinmişlerdi. Bunların, denizaşırı, Escalon’un uluslararası limanı Ur’a ziyarete gelmiş ziyaretçiler oldukları anlaşılıyordu. Aslında parlak, yabancı renkler ve işaretler kanalları dolduran gemilerde de asılıydı ve sanki tüm dünya tek bir noktada toplanmış gibi bir görüntü ortaya çıkıyordu.

“Escalon’u çevreleyen tepeler çok yüksek, topraklarımızı ele geçirilemez hale getiren de bu” diye açıkladı Marco yürüdükleri sırada. “Ur tek sahilimi, kıyıya yanaşmak isteyen büyük araçlar için tek liman. Escalon’un başka limanları da var fakat hiçbiri bu kadar kolay ulaşılabilir değil. Dolayısıyla ülkemizi ziyaret etmek isteyen herkes buraya gelir” diye ekledi elini bir hareketiyle tüm insanları ve gemileri işaret ederek.

“Bu hem iyi hem de kötü bir şey” diye devam etti. “Bize kraliyetin her köşesinden ticaret ve yeni ilişkiler sağlıyor.”

“Peki, neden kötü?” diye sordu Alec, kalabalığın içinde sıkıştıklarında, Marco et çubukları almak için dururken.

“Ur’u denizden gelecek ataklara açık hale getiriyor” diye yanıtladı Marco. “İşgal için doğal bir çıkartma bölgesi.”

Alec şehrin siluetini hayranlıkla izledi, tüm kuleleri ve yüksek binaların sonsuz gibi görünen sıralarını dikkatle inceledi.

“Peki ya kuleler?” diye sordu, bir dizi, yüksek, kare, siperlerle kaplı, şehrin içinden yükselen, yüzleri denize dönük kuleye bakarken.

“Bu kuleler denizi gözlemek için inşa edildi” diye yanıtladı Marco. “İşgale karşı. Gerçi zayıf kralın teslim olması nedeniyle pek bir işimize de yaramadılar.”

Alec merak etmişti.

“Ya kral teslim olmasaydı?” diye sordu. “Ur denizden gelecek bir saldırıyı savuşturabilir miydi?”

Marco omuz silkti.

“Ben komutan değilim” dedi. “Fakat çeşitli yöntemlerimizin olduğunu biliyorum. Korsanları ve yağmacıları kolaylıkla durdurabileceğimizi biliyorum. Bir donanma saldırısı ise farklı bir durum. Fakat bin yıllık geçmişinde Ur hiçbir zaman düşmedi; bu da bir çıkarım yapabilmeni sağlıyor.

Yürümeye devam ederlerken uzaktan çan sesleri duyuldu ve yukarıda daireler çizerek ve ciyaklayarak uçan martıların sesleriyle karıştı. Kalabalığın arasında ilerledikleri sırada Alec havadaki türlü çeşit yemek kokusun aldı ve karnının guruldadığını hissetti. Birçok eşya satan bir dizi satıcının önünden geçerlerken gözleri büyüdü. Daha önce hiç görmediği egzotik nesneler ve yiyecekler gördü ve bu kozmopolit şehir hayatına hayran oldu. Burada her şey çok hızlıydı, herkes sürekli acele halindeydi, insanlar o kadar hızlı hareket ediyorlardı ki yanlarından geçen insanlara tam olarak bakamadan uzaklaşmış oluyorlardı. Bu durum ne kadar küçük bir şehirden gelmiş olduğunu fark etmesine neden oldu.

Alec, hayatında gördüğü en büyük kırmızı renkli meyveleri satan bir satıcıya baktı. Bir tane meyve almak için elini cebine attığı sırada yandan omzuna vurulduğunu hissetti.

Dönüp baktığında, iri yapılı, yaşlı, boyu ondan uzun, dağınık siyah sakallı bir adamın kaşları çatık bir şekilde kendisini süzdüğünü gördü. Adamın Alec’e hiç aşina gelmeyen, yabancı bir yüzü vardı ve Alec’in bilmediği bir dilde küfür etti. Daha sonra adam Alec’i ittirdi ve onu şaşırtacak şekilde sırtüstü uçup bir tezgâha çarpıp yere düşmesine sebep oldu.

“Buna gerek yok” dedi Marco öne çıkıp bir elini adamın önünde tutup onu durdurarak.

Fakat normalde pasif olan Alec içinde büyük bir öfke hissetti. Bu ona çok yabancı bir histi, ailesinin ölümünden beri derinlerde için için yanan, bir patlama noktasına ihtiyacı olan bir öfke… Ayaklarının üzerine sıçradı ve ileri atılıp, sahip olduğun bilmediği bir güçle adamın suratına yumruk atıp, adamın bir tezgâhın üzerine devrilmesini sağladı.

Alec olduğu yerde durup kendinden bu kadar iri bir adamı devirmiş oluşuna hayret ederken, Marco da gözleri fal taşı gibi açılmış, yanında duruyordu.

Adamın dev gibi arkadaşları o tarafa doğru koşmaya başladığında pazarda bir kargaşa meydana geldi. O sırada bir grup Pandesia askeri de meydanın bir yanından o tarafa doğru koşmaya başladı. Marco paniklemiş görünüyordu; Alec sıkıntılı bir durumda olduklarını anladı.

“Bu taraftan!” dedi Alec’in kolunu yakalayıp sertçe çekiştirerek.

İri yapılı adam ayağa kalkarken Pandesia askerleri de yaklaşmıştı. Alec ve Marco sokaklarda koşmaya başladı. Alec, şehrin sokaklarını çok iyi bilen arkadaşını takip ediyordu. Marco kısa yollara dalıyor, tezgâhlar arasında bir o yana bir bu yana gidiyor, dar sokak aralarına keskin dönüşler yapıyordu. Alec arkadaşının yaptığı zikzakları güçlükle takip edebiliyordu. Fakat başını çevirip omzunun üzerinden arkaya baktığında, büyük bir grubun yaklaşmakta olduğunu gördü. Adamlar, ikisinin kazanamayacağı kesin olan bir dövüş için geliyordu.

“Buradan!” diye bağırdı Marco.

Alec Marco’nun kanalın kıyısından aşağı atladığını gördü ve hiç düşünmeden, suya ineceğini varsayarak arkadaşının peşinden atladı.

Alec bir su sıçrama sesi duymayınca şaşırdı, onun yerine kendini dipte, küçük taş bir çıkıntının üzerinde buldu, burası yukarıdan görülemiyordu. Nefes nefese olan Marco, sokağın altında, kayalara yerleştirilmiş, tahta bir kapıya dört kez vurdu ve bir saniye sonra kapı açıldı. Alec ve Marco, içeri, karanlığa çekilirken, kapı arkalarından kapandı. Kapı kapanmadan hemen önce Alec, koşarak kanalın kıyısına gelip, neler olduğunu anlamaya çalışan fakat aşağıyı göremeyen adamları gördü.

Alec kendini, yeraltında, karanlık bir kanalda buldu ve şaşkına dönmüş bir şekilde, bileklerine kadar gelen suyun içinde koştu. Döne döne ilerlediler ve bir süre sonra yeniden güneş ışığı görünür hale geldi.

Alec şehir sokaklarının altında büyük, taş bir oda olduğunu gördü. Güneş ışığı yukarıdaki kapılardan içeri süzülüyordu. Alec etrafını saran, kendi yaşlarında, hepsinin yüzü kir pas içinde olan ve iyi niyetli bir şekilde gülümseyen oğlanları görünce şaşırdı. Hepsi nefes nefese kalmıştı. Marco gülümsedi ve arkadaşlarıyla selamlaştı.

Ваша оценка очень важна

0
Шрифт
Фон

Помогите Вашим друзьям узнать о библиотеке

Скачать книгу

Если нет возможности читать онлайн, скачайте книгу файлом для электронной книжки и читайте офлайн.

fb2.zip txt txt.zip rtf.zip a4.pdf a6.pdf mobi.prc epub ios.epub fb3

Популярные книги автора