Морган Райс - Onurun Bedeli стр 10.

Шрифт
Фон

Çarpışma, göğüs göğse ve çok çetin oldu. Her iki tarafta her bir santim çok kıymetli olan alan için çarpışıyordu. Duncan kılıcını ve kalkanını kaldırdı, kanlı göğüs göğse çarpışmanın metal sesleri havayı doldururken, her seferinde bir düşman askerini yere serdi. Duncan kenara kayıp savrulan kılıçlardan sakınırken, omzunu eğip aynı anda birçok askeri kenardan itti ve adamlar çığlıklar içinde ölümlerine uçtular. Duncan, bazen en iyi silahın kişinin kendi elleri olduğunu biliyordu.

Karnında bir kesilme hissettiğinde acı içinde bağırdı fakat etrafında döndü ve kılıç onu sıyırdı Asker öldürücü bir darbe için saldırırken, Duncan’ın manevra yapabilecek yeri kalmamıştı; adama bir kafa atıp kılıcını düşürmesini sağladı. Daha sonra diz attı, ileri uzanıp adamı sıkıca kavradı ve kenardan aşağı fırlattı.

Güneş yükselip, ter gözünü yakmaya başladığında Duncan hala savaşıyordu; her adım güçlükle kazanılıyordu. Her yanda adamları sızlanıp, acı içinde bağırırken Duncan’ın da omuzları öldürmekten yorulmaya başlamıştı.

Nefes alabilmek için durakladığında, yüzü düşmanının kanıyla kaplıydı. Son bir adım attı ve kılıcını kaldırdı fakat karşısında Bramthos, Seavig ve adamlarını görünce şoke oldu. Dönüp etrafına baktı. Ölü bedenleri incelediğinde hayranlık içinde, başarmış olduklarını fark etti; siperleri temizlemişlerdi.

Tüm adamları ortada buluştuğunda bir zafer çığlığı yükseldi.

Fakat Duncan hala durumun acil olduğunun farkındaydı.

“OKLAR!” diye bağırdı.

Hızlı bir şekilde aşağı, Kavos’un adamlarına baktı ve orada büyük bir çatışmanın gerçekleşmekte olduğunu gördü. Avluda, binlerce Pandesia askeri daha onlarla savaşmak için garnizondan çıkıyordu. Kavos yavaş yavaş dört bir yandan kuşatılıyordu.

Duncan’ın adamları ölü düşman askerlerinin yaylarını ve oklarını alıp aşağıdaki Pandesialılar’a ok fırlatmaya başladı, Duncan da onlara katılmıştı. Pandesialılar başkentten üzerlerine ateş açılacağını hiç düşünmemişlerdi ve düzinelercesi vurulup yere düşerken Kavos’un adamları ölümcül darbelerden kurtulmuştu. Kavos’un etrafındaki Pandesialılar birer birer devrilmeye başladı ve kısa süre içinde düşman yüksek mevkileri Duncan’ın kontrol etmekte olduğunu anladığında bir panik dalgası yayıldı. Duncan ve Kavos arasında sıkışmış olan adamların kaçabilecek hiçbir yerleri yoktu.

Duncan onlara yeniden toparlanma fırsatı vermeyecekti.

“MIZRAKLAR!” diye emretti.

Duncan bizzat kendisi bir mızrağı kapıp aşağı fırlattı, arkasından bir tane ve ardından bir tane daha fırlattı. Siperlerin üzerinde, Andros’u işgal etmeye kalkacakları savuşturmak üzere hazırlanmış olan cephaneyi kullanıyordu.

Pandesialılar sendelemeye başladığında Duncan işlerini bitirmek için daha kesin bir şey yapması gerektiğini biliyordu.

“MANCINIKLAR!” diye bağırdı.

Adamları mazgallı siperlerin üzerinde bırakılmış olan mancınıklara koşup, büyük iplerini gerdi ve mancınıklara pozisyon verirken çarkları çevirdi. İçlerine kaya parçaları yerleştirdiler ve gelecek emri beklemeye beklediler. Duncan mancınıkların önünde aşağı yukarı yürüyüp kayaların Kavos ve adamlarına isabet etmemesi ve mükemmel hedefi bulmaları için onlara pozisyon verdirdi.

“ATEŞ!” diye bağırdı.

Düzinelerce kaya parçası havada uçmaya başladı ve Duncan kayalar yere inip, taş garnizonları yerle bir edip, Kavos’un adamlarıyla karşılaşmak için karıncalar gibi garnizonlardan çıkan düzinelerce Pandesialı’yı öldürürken memnuniyet içinde seyretti. Sesler avluda yankılandı ve Pandesialıları şoke edip paniklerini artırdı. Büyük bir toz ve moloz bulutu yükselirken adamlar hangi yöne saldıracaklarını bilemez bir halde kendi etraflarında dönüp duruyordu.

Kıdemli savaşçı Kavos düşmanının tereddüdünü avantaja çevirdi. Adamlarını topladı, yeni bir ivmeyle saldırıya geçti ve Pandesialılar sendelerken, adamları biçerek safları arasında ilerlemeye başladı.

Bedenler sağa sola devriliyordu, Pandesia kampında tam bir kargaşa hâkimdi ve kısa süre sonra askerler dönüp her yöne kaçışmaya başladı. Kavos tek tek hepsini avladı. Tam bir katliamdı.

Güneş tamamen doğduğunda tüm Pandesialılar ölü bir şekilde yerde yatıyordu.

Sessizlik çökerken Duncan şoke olmuş bir şekilde etrafına baktı. Başarmış olduklarının ayırdına varmaya başladığı sırada içinde yükselen bir zafer duygusu hissetti. Başkenti ele geçirmişlerdi.

Etrafındaki adamları sevinç çığlıkları atıp, omzuna vururken, tezahürat yapıp birbirlerine sarılıyorlardı. Duncan hala nefes nefeseydi, gözlerindeki teri sildi ve içinde yükselen hissi serbest bıraktı: Andros özgürdü.

Başkent artık onlarındı.

BÖLÜM YEDİ

Alec Ur’un, insanların her iki yönde itiş kakış gittiği, heybetli kemerli kapısından geçerken, büyülenmiş bir şekilde başını geriye atıp yukarı baktı. Yanında Marco’yla birlikte kapıdan geçti. İkisinin de yüzü, Dikenli Vadi’de yaptıkları sonu gelmez yürüyüş nedeniyle hala toz toprakla kaplıydı. Alec, yüksek, mermer kemere baktı; yaklaşık otuz metre yüksekliğinde olmalıydı. Her iki yanındaki kadim, granit tapınak duvarlarına baktı ve aynı zamanda şehir girişi olarak da görev yapan bir tapınak girişinden geçiyor olmak onu heyecanlandırdı. Alec duvarların önünde dizlerinin üstünde oturarak ibadet edenleri gördü, burada, ticaretin koşuşturmasıyla ilginç bir karışım oluşturuyorlardı ve bu durum Alec’i düşündürdü. Önceleri Escalon’un tanrılarına dua ederdi; fakat şimdi hiçbirine dua etmiyordu. Nasıl bir tanrı ailesinin ölmesine izin verebilirdi ki? Artık taptığı tek tanrı intikam tanrısıydı ve ona tüm kalbiyle hizmet etmeye kararlıydı.

Etrafındaki uyaranlar nedeniyle aşırı yüklenen Alec, bu şehrin gördüğü başka hiçbir şehre benzemediğini hemen anlamıştı. Ailesinin ölümünden beri ilk kez kendini hayata dönmüş hissediyordu. Burası o kadar sarsıcı, o kadar canlıydı ki, içeri girip de dikkatinin dağılmaması çok zordu. Alec, içerideki diğerlerinin, Marco’nun kafadar arkadaşlarının da kendisi gibi, Pandesia’ya karşı bir intikam isteği içinde olduğunu fark ettiğince, içinde bir sorumluluk duygusu oluşmuştu. Çevresindeki, her yöne acele içinde hareket eden, farklı giyimli, farklı görünümlü ve farklı ırktan kişilere baktı. Burası gerçekten de kozmopolit bir şehirdi.

“Başını önünde tut” diye fısıldadı Marco doğ kapısından geçip kalabalığın içine karışırlarken.

Marco onu dürttü.

“Şu tarafa bak” diyerek başıyla bir grup Pandesia askerini gösterdi. “Yüzleri kontrol ediyorlar. Bizi bulmaya çalıştıklarından eminim.”

Alec tepkisel olarak hançerini tutan elinin sıktı ve Marco ona uzanıp nazik bir şekilde bileğini kavradı.

“Burada olmaz dostum” diye uyardı Marco. “Burası şehrin bir kasabası değil, bir savaş şehri. Kapıda iki Pandesialı öldürürsen, arkalarından bir ordu gelir.”

Marco anlamlı bir şekilde Alec’e baktı.

“İki askeri öldürmeyi mi tercih edersin?” diye sorguladı. “Yoksa iki bin askeri mi?”

Alec arkadaşının sözlerinin akıllıca olduğunu kavradı ve hançeri tutan elini gevşetti. İçindeki intikam tutkusunu bastırabilmek için tüm iradesini toplamaya çalışıyordu.

“Daha çok fırsatın olacak dostum” dedi Marco, kalabalığın arasına karışıp, başlarını eğerlerken. “Arkadaşlarım burada ve direniş çok güçlü.”

Kapılardan geçen büyük bir güruhun arasına karıştılar ve Alec hiçbir Pandesialının görmemesi için gözlerini yere çevirdi.

Ваша оценка очень важна

0
Шрифт
Фон

Помогите Вашим друзьям узнать о библиотеке

Скачать книгу

Если нет возможности читать онлайн, скачайте книгу файлом для электронной книжки и читайте офлайн.

fb2.zip txt txt.zip rtf.zip a4.pdf a6.pdf mobi.prc epub ios.epub fb3

Популярные книги автора