Морган Райс - Arena İki стр 7.

Шрифт
Фон

“O halat ne?” diye soruyor Logan arkamızdan gelerek. “Ona ihtiyacımız yok.”

“Asla bilemezsin.” diyorum.

Dönüp, hala gözlerini Sasha'dan ayırmayan Bree'nin omuzundan tutarak onu karşı dağa doğru çeviriyorum.

“Hadi gidelim!” diyorum Logan'a.

Gönülsüz bir edayla dönüp peşimizden dağa doğru tırmanıyor.

Üçümüz de istikrarlı bir şekilde tırmanmaya devam ediyoruz. Rüzgar gittikçe şiddetini arttırıyor ve yukarı çıktıkça hava daha çok serinlemeye başlıyor. Endişe dolu gözlerle gökyüzüne bakıyorum. Düşündüğümden daha hızlı kararıyor hava. Logan'ın haklı olduğunu biliyorum. Gece çökmeden nehre geri dönmeliyiz. Ama burada güneşin batışını görünce endişem iyice artıyor. Yine de, o yiyecekleri kesin ele geçirmemiz gerektiği düşüncesindeyim.

Üçümüz birlikte dağa doğru zorlu adımlarla ilerlemeye devam ediyoruz ve nihayet zirveye varmayı başarıyoruz. Sert bir rüzgar vuruyor yüzüme. Her geçen dakika hava daha çok kararmaya ve soğumaya başlıyor.

Kulübeye doğru kendi adımlarımı takip ederek ilerliyorum. Kar, burada oldukça kalın. Sanki yürüdükçe botlarımı parçalıyor gibi hissediyorum. Nihayet kulübeyi görüyorum. Her zamanki gibi karla kaplı, iyice saklanmış bir halde duruyor. Hemen gidip o küçük kapısını merakla açıyorum. Logan ve Bree ise arkamda duruyorlar.

“İyi buldun!” diyor Logan ve ilk kez ses tonunda bir övgü hissediyorum. “Çok iyi gizlenmiş. Sevdim. Öyle ki burada kalmayı bile isteyebilirim—tabii, peşimizde köle avcıları olmasaydı ve yeterince yiyeceğimiz olsaydı.”

“Aynen…” diyorum, küçük kulübeye yavaştan girerek.

“Çok güzel!” diyor Bree. “Bizim taşınmayı düşündüğümüz ev burası mıydı?”

Ona dönüp baktığımda içim bir kötü oluyor ve başımla dediğini onaylıyorum.

“Belki başka zaman…”

Anlıyor. Köle avcılarını bekleme konusunda da hiç endişeli görünmüyor.

Hızla içeri girip yerdeki ambarın kapağını açıyorum ve dik merdivenlerden aşağı iniyorum. Aşağısı çok karanlık; yolumu, tamamen hislerime güvenerek buluyorum. Dokundukca tıngırdama sesi çıkaran bir cam dizisine denk geliyorum. Kavanozlar… Hiç zaman harcamıyorum. Yanımda getirdiğim çuvallara mümkün olduğunca ve hızlı bir şekilde kavanozlardan koyuyorum. Çuvallar o kadar ağırlaşıyor ki, zorla dışarı çıkarabiliyorum. Ama o sırada aklıma ahududu reçeli, böğürtlen reçeli, turşular ve salatalıkların da orada olduğu geliyor. Çuvala sığdığı kadarıyla her şeyi alıp yukarıya, Logan'a veriyorum. Sonrasında da üç çuval daha dolduruyorum.

Bir tarafta ne var ne yok öylece alıyorum.

“Yeter…” diyor Logan. “Fazlasını taşıyamayız. Hava iyice kararıyor. Gitmemiz gerek.”

Artık, Logan'ın sesinde daha çok saygı emaresi var. Belli ki bulduğum zuladan bir hayli etkilenmiş ve buraya gelmemizin ne denli gerekli olduğunu o da nihayet anlamış.

Aşağı doğru eğilerek yardım için bana elini uzatıyor ama onun yardımına ihtiyaç duymadan kendi başıma hızla yukarı çıkıyorum. Az önceki davranışı için hala ona kırgınlık var içimde.

Yukarı çıkar çıkmaz iki ağır çuvalı sırtlanıyorum. Kalanları da Logan alıyor. Üçümüz birlikte hızla kulübeden çıkıyoruz ve sarp yoldan aşağı kendi ayak izlerimizi takip ederek inmeye başlıyoruz. Dakikalar sonra, kamyoneti bıraktığımız yere varıyoruz. Her şeyin hala yerli yerinde olması içimi rahatlatıyor. Şöyle bir ufku kontrol ediyorum, dağda ya da vadide her hangi bir hareketlilik görünmüyor.

Tekrardan kamyonete biniyoruz. Kontağı çeviriyorum.  Çalıştığı için mutluyum. Yoldan aşağı doğru gitmeye başlıyoruz. Yiyecekleri, ihtiyacımız olan aletleri, köpeğimizi.. Her şeyi aldık. Hatta, babamın evine de son kez veda etme şansım oldu. Mutlu hissediyorum. Hemen yanımda oturan Bree'nin de aynı şekilde hissettiğini düşünüyorum. Logan kendi dünyasında kaybolmuş bir şekilde camdan dışarıya bakıyor. Ama bence, verdiğimiz kararın ne denli doğru olduğunu düşünüyor.

*

Dağdan aşağı inerken hiçbir sorunla karşılaşmıyoruz. Öyle ki kamyonetin frenlerinin bu denli iyi tutuyor olması bile beni şaşırtıyor. Çok dik olan bazı yerlerde frenden çok kontrollü kayma gibi gidiyor olsak da dakikalar sonra en kötü kısmı geçmeyi başarıyoruz ve nihayet doğuya doğru gitmek üzere 23 numaralı yola çıkıyoruz. Biraz daha hızlanıyoruz ve uzun bir süre sonra ilk kez bu kadar iyimser bir ruh haline bürünüyorum. Çok değerli aletlerimiz oldu. Üstüne üstlük bize günlerce yetecek yiyeceğimiz de var artık. Botumuza ulaşmak üzere 23 numaralı yoldan aşağı doğru inerken kendimi çok iyi ve ve sanki tüm sıkıntılardan kurtulmuş gibi hissediyorum.

Tam o anda her şey değişiveriyor.

Birden, nerden çıktığı belirsiz bir adam kendini yolun tam ortasına atarak ellerini sallamaya başlayınca frenlere asılıyorum. Neredeyse 50 metre ötemizde ve ona çarpmamak için frenlere çok sert basınca kamyonet savruluyor.

“SAKIN DURMA!” diye bağırıyor Logan. “Sürmeye devam et!” En sert askeri sesini kullanıyor bu emirleri verirken.

Ama onu dinleyemiyorum. Zira, önümde çaresiz, yırtık pantolonlu, üzeri çıplak, soğuktan donmak üzere olan bir adam var. Uzun ve siyah bıyıkları, dağınık saçları, iri ve siyah gözleriyle tam önümüzde duruyor. O kadar zayıf ki sanki günlerdir ağzına lokma sürmemiş. Göğsüne bağlı bir yayı ve okları var. Bizim gibi hayatta kalan biri olduğu çok açık.

Karşımızda durmuş telaşla ellerini sallarken onu ezip geçemem. Onu orada öylece bırakamam da.

Adama çarpmamıza ramak kala ani bir şekilde durmayı başarıyoruz. Sanki gerçekten duracağımızı beklemiyormuşcasına gözleri fal taşı gibi açılmış bir şekilde öylece kalakalıyor.

Logan, hiç vakit kaybetmeden tabancasına sarılarak aşağı iniyor ve tabancayı adamın kafasına doğrultuyor.

“GERİ ÇEKİL!” diye bağırıyor.

Ben de kamyonetten aşağı iniyorum.

Adam ellerini yavaşça havaya kaldırıyor ve şaşırmış bir edayla birkaç adım geriliyor.

“Ateş etmeyin!” diye yalvarıyor adam. “Lütfen! Ben de sizin gibiyim! Yardıma ihtiyacım var. Lütfen… Beni burada ölüme terk edemezsiniz. Açlıktan ölüyorum. Günlerdir boğazımdan bir lokma bile geçmedi. Sizinle gelmeme izin verin. Lütfen… Yalvarıyorum!

Konuşurken sesi çatlıyor. Yüzündeki ıstırabı görebiliyorum. Nasıl hissettiğini anlayabiliyorum. Kısa süre önce, ben de onun gibiydim. Bu dağlardaki yiyeceklerle hayatta kalmaya çalışıyordum. Şimdi biraz daha iyi bir durumdayım.

“İşte, alın bunu!” diyor adam yayını ve oklarını sırtından çıkararak. “Bunlar sizin olsun! Benden size zarar gelmez!”

“Yavaşça yaklaş.” diyor Logan hala dikkatli ve şüphe eder bir tutumla.

Adam yavaşça yaklaşıyor ve silahını teslim ediyor.

“Brooke, al şunları!” diyor Logan.

İlerleyerek adamın uzattığı yay ve okları alıyorum ve kamyonetin arkasına atıyorum.

“Bakın…” diyor adam hafif bir gülümsemeyle. “Tamamen zararsızım. Sadece size katılmak istiyorum. Lütfen… Beni burada ölüme terk edemezsiniz.”

Logan yavaş yavaş sakinleşerek silahını hafifçe indiriyor. Ama gözü hala pür dikkat, adamın üzerinde.

“Kusura bakma.” diyor Logan. “Başka birinin daha sorumluluğunu alamayız.”

“Bekle!” diye bağırıyorum Logan'a. “Burada sadece sen yoksun! Tüm kararları da öyle kendi başına alamazsın!” Adama dönüyorum. “İsmin ne?” diye soruyorum. “Nerelisin?”

Çaresiz bakışlarla bana bakıyor.

“İsmim, Rupert.” diyor. “Yaklaşık 2 yıldır burada yaşam mücadelesi veriyorum. Seni ve kız kardeşini daha önce görmüştüm. Köle avcıları kız kardeşini ele geçirdiğinde size yardım etmeye çalışmıştım. O ağacı kesip yola deviren, bendim!”

Bu sözü duyar duymaz kalbim çıkacak gibi oluyor. Bize yardım etmeye çalışan kişi, oymuş. Onu burada yalnız başına bırakamam. Bu doğru olmaz.

Ваша оценка очень важна

0
Шрифт
Фон

Помогите Вашим друзьям узнать о библиотеке

Скачать книгу

Если нет возможности читать онлайн, скачайте книгу файлом для электронной книжки и читайте офлайн.

fb2.zip txt txt.zip rtf.zip a4.pdf a6.pdf mobi.prc epub ios.epub fb3

Популярные книги автора