Caitlin olacakları görmek için beklemedi. Çabucak ya- nında Gül ile beraber yoğun kalabalığın arasına daldı. Tek- nenin tam ortasına, izdihamın merkezine ulaşıncaya kadar eğilip zikzaklar çizerek yolunu açtı. Birbirine yapışık duran yüzlerce insan vardı ve Caitlin onu ya da Gül’ü fark etme- yeceklerini umuyordu. Birkaç dakika içinde yelkenli hız ka- zandı. Bir süre sonra Caitlin derin bir nefes aldı. Görebildiği kadarıyla kimsenin onun arkasından gelmiyor ya da onu aramıyordu. Gül ile beraber sakin bir şekilde kalabalığın içinden ilerleyip teknenin öbür ucuna doğru yol aldı. Oraya nihayet ulaştığında insanlarla dolu parmaklıkların üzerin- den eğildi ve baktı.
Uzaklardan herifin halen suyun içinde cebelleştiği ve kendini iskeleye doğru çekmeye çalıştığı görülüyordu. Ufukta bir nokta gibiydi. Caitlin gülümsedi. Ona hak etti- ğini vermişti.
Diğer tarafa döndüğünde tam ileride Venedik’in görün- meye başladığını fark etti. Gülümsemesi yüzüne yayıldı ve biraz geriye doğru eğilip saçını arkaya savuran serin deniz rüzgârını hissetti. Sıcak bir mayıs günüydü, tatlı bir sıcak- lık vardı ve tuzlu hava insanı kendine getiriyordu. Gül tam yanına zıpladı, patilerini parmaklıklara koydu ve o da dışarı doğru bakıp tuzlu havayı kokladı.
Caitlin tekneleri her zaman sevmişti. Tarihî bir teknede bırakın seyahat etmeyi, bulunmamıştı bile. Gülümseyerek kendi düşüncelerini düzeltti. Bu artık tarihî bir tekne değil- di. Modern bir tekneydi. Bu düşünce onu güldürdü.
Göğe doğru yükselen ahşap direklere baktı. Tüm mü- rettebatın sıraya dizilip kalın iplere asılmasını ve böylece metrelerce genişlikteki yelken bezinin yukarı çıkışını izler- ken kumaşın pırpır edişini duyabiliyordu. Ağır bir şey gibi görünüyordu, denizciler güneşin altında terleye terleye tüm güçleriyle iplere asılıyordu ki yelken bezi bir parça yukarı çıkabilsin.
Demek bu şey böyle yapılıyordu. Caitlin tüm bu şeyin verimliliği ve nasıl da bozulmadan çalıştığı karşısında şaşır- dı. Bu devasa ve kalabalık teknenin, modern motorların yar- dımı olmadan nasıl bu kadar hızlı gittiğine aklı ermiyordu. Geminin kaptanına 21. yüzyıldaki motorlardan ve ne kadar hızlı gidebileceklerinden bahsetse acaba adam ne yapardı diye düşündü. Muhtemelen Caitlin’in delirmiş olduğunu düşünürdü.
Aşağı doğru baktığında altı metre altında her yana sıçra- yan suları, teknenin yan tarafına vuran ufak dalgaları gördü. Su o kadar hafif, o kadar maviydi ki büyülüydü sanki.
Her yanında insanlar onu sıkıştırıyor, hepsi parmaklıkla- ra geçip dışarı bakmak istiyordu. Caitlin onlara baktığında birçoğunun ne kadar basit giyinmiş olduğunu fark etti; pek çoğu tunik ve sandaletliydi, hatta bazılarının ayakları çıp- laktı. Giyimleri zarif gözüken diğerleri ise bunlardan uzak durmaya çalışıyordu. Birkaç insan uzun gaga burunlu mas- keler giyiyordu. Birbirleriyle gülüp şakalaşıyorlar ve sarhoş görüntüsü veriyorlardı.
Aslında iyice baktığında fark etti ki yolcuların çoğu şarap- larını yudumluyor ve sabahın bu saatinde bile sarhoş görü- nüyorlardı. Şimdi fark etmişti ki tüm teknede sanki büyük bir partiye gidiyormuşçasına şenlikli ve kendinden geçmiş bir hava hâkimdi.
Caitlin parmaklıkların yanından kalabalığı yararak, ço- cuklarını tutan ebeveynlerin yanından geçe geçe yavaşça fa- kat emin bir şekilde ön tarafa ilerledi. Nihayet istediği man- zaraya kavuşmuştu. Köşeye doğru eğildi ve teknenin doğru- ca Venedik’e doğru yol alışını izledi.
Kentin görüntüsü nefesini kesti. Sınırlarını, birbirinin yanına dizilip denize bakacak şekilde inşa edilmiş güzel tarihî binalarını görebiliyordu. Bazı dış cepheler gerçekten kocaman ve şatafatlıydı, beyaz cepheleri her türlü döküm ve süslemelerle doluydu. Birçoğunun kemerli duvarları ve suya açık kemerli pencereleri vardı, ayrıca şaşırtıcı bir şekilde ana giriş kapıları su seviyesindeydi. İnanılmazdı. Kişi gerçekten teknesini kapıya çekip içeri girebilirdi.
Tüm binalar arasında kiliselerden yükselen sarmallar ve ufukta görünen bazı büyük kubbeler vardı. Bu fevkalade mi- mariye sahip olan bir kentti, şatafatlı ve gösterişli bir tarzı vardı ve her şey denize dönük olacak şekilde tasarlanmıştı. Sadece su ile yan yana durmuyor, aynı zamanda onu kucak- lıyordu. Tüm manzara boyunca şehrin bir yanını öbürüne bağlayan küçük kemerli köprüler, her iki yandan yükselen merdivenler ve ortada da geniş bir düzlük vardı. Bu kısımlar yürüyen, oturan ve teknelerin gelip geçişini izleyen insanlar- la doluydu. Her yerde tekneler vardı. Kanallarda her şekil ve ebattan tekneler yüzünden yoğun bir trafik vardı. O kadar ki Caitlin suyu neredeyse göremiyordu. Şu meşhur gondollar da her yerdeydi; kürekçileri kıyılarında durup onları suyun içinde hareket ettiriyorlardı. Bazılarının neredeyse on met- reye ulaşan boyunu görünce Caitlin uzunlukları karşısında hayrete düştü. Bunların arasında her türden ufak botlar ve tekneler dolaşıyordu; bazıları yemek götürüyor, bazıları çöp- leri topluyordu. Bu mekân canlı ve kıpır kıpırdı. Hayatında buna benzer bir şey görmemişti.