Морган Райс - Köle, Savaşçı, Kraliçe стр 8.

Шрифт
Фон

Yine de kafasını salladı.

"Demirci olmak istemiyorum," dedi.

"Bu senin kanında var Ceres. Ayrıca bu konuda yeteneklisin."

Kafasını dik başlılıkla salladı.

"Ben silah tutmak istiyorum," dedi, "onları yapmayı değil."

Sözler ağzından çıkar çıkmaz bunları söylediğine pişman oldu.

Babası kaşlarını çattı.

"Bir savaşçı mı olmak istiyorsun? Savaşçı efendi mi olacaksın?"

Babası kafasını salladı.

"Belki bir gün kadınların savaşmasına izin verilir," dedi Ceres. "Çalıştığımı biliyorsun."

Alnı endişeyle kırıştı.

Keskin bir ifadeyle, "Hayır," dedi. "Bu senin yolun değil."

Üzüldü. Ceres sanki bu sözlerle bir savaşçı olma umut ve hayallerine veda ediyordu. Babasının acımasız olmaya çalışmadığını biliyordu, hiç bir zaman zalim olmamıştı. Bu sadece gerçeklikti. Hayatta kalabilmeleri için o da kendi payına düşen fedakarlığı yapacaktı.

Gökyüzünde şimşek çakınca kafasını kaldırıp uzaklara baktı. Üç saniye sonra kükreyen bir gök gürültüsü duyuldu.

Şartların bu kadar kötü olduğunu nasıl fark etmemişti? Her zaman bir aile olarak birlikte her şeyin üstesinden geleceklerini farz etmişti ancak bu durum her şeyi değiştiriyordu. Artık tutunacağı babası olmayacaktı, böylece annesi ve kendisi arasında kalkan görevi görecek kimse kalmıyordu.

Gözyaşları hiç durmadan birbiri ardına inip tenha topraklara düşerken olduğu yerde kıpırdamadan duruyordu. Hayallerinin peşini bırakıp babasının tavsiyesini mi dinlemeliydi?

Babası arkasından bir şey çıkardı ve elindeki kılıcı görünce Ceres'in gözleri fal taşı gibi açıldı. Babası yakına geldiğinde silahın ayrıntılarını görebiliyordu.

Hayranlık vericiydi. Kabzası saf altındı ve üzerinde bir yılan oyması vardı. Çift taraflı bıçak en kaliteli çelikten yapılma görünüyordu. El işi Ceres'e yabancı gibi gelse de bunun çok kaliteli bir silah olduğunu hemen anladı Ceres. Kılıcın üstünde ise bir yazı duruyordu.

Yürek ve kılıcın birleştiği yerde zafer vardır

Nefesini tutarak hayranlıkla kılıca baktı.

"Bunu sen mi dövdün?" diye sordu gözlerini kılıçtan ayırmadan.

Babası kafasını salladı.

"Kuzeylilerin tarzında," diye cevapladı. "Üç yıldır bunun üzerinde çalışıyorum aslında bakarsan sadece bu tüm ailemize bir sene yetecek değerde."

Ceres ona baktı.

"O zaman neden satmıyoruz?"

Kafasını sertçe salladı.

"O amaçla yapılmadı."

Daha yakına geldi ve Ceres'i şaşırtarak kılıcı önünde tuttu.

"Senin için yapıldı."

Ceres elini ağzına götürüp küçük bir çığlık attı.

"Benim için mi?" diye sordu şaşkınlıkla.

Kocaman gülümsedi babası.

"Gerçekten on sekizinci doğum gününü unutacağımı mı düşündün?" diye cevapladı.

Gözlerine doluşan yaşları hissetti Ceres, daha önce hiç bu kadar duygulanmamıştı.

Ardından öncesinde ne söylediğini düşündü, savaşmasını istemediğini biliyordu bu nedenle Ceres'in aklı karıştı.

"Fakat yine de," diye cevap verdi, "eğitim almamı istemiyorsun."

"Ölmeni istemiyorum," diye açıkladı. "Fakat kalbinin nereye ait olduğunu görüyorum ve bunu kontrol edemem."

Uzandı ve elini çenesine götürüp gözleriyle karşılaşana kadar kafasını kaldırdı.

"Bunun için seninle gurur duyuyorum."

Kılıcı Ceres'e verince, avucunun içindeki serin metali hissetti ve kılıçla o an bir oldu. Ağırlığı tam ona göreydi ve kabzası sanki eline göre yapılmıştı.

Öncesinde içinde ölen tüm umutlar göğsünde yeniden yeşerdi.

"Annene söyleme," diye uyardı. "Bulamayacağı bir yerde sakla, yoksa bunu satar."

Ceres kafasını salladı.

"Ne kadarlığına gidiyorsun?"

"İlk kar düşmeden önce ziyarete gelmeye çalışacağım."

"Bu aylar sürer!" dedi bir adım geri giderek.

"Yapmam gereken şey bu–"

"Hayır. Kılıcı sat ve kal!"

Elini Ceres'in yanağına götürdü.

"Bu kılıcı satmak belki bize bir kış yardım eder. Belki sonraki kış da fakat sonra ne yapacağız? Kafasını salladı. "Hayır, uzun süreli bir çözüme ihtiyacımız var."

Uzun süreli mi? Ceres aniden bu işin bir kaç ay değil belki yıllar süreceğini anladı.

Hissettiği buhran derinleşti.

Babası sanki hissetmiş gibi öne gelip ona sarıldı.

Onun kollarında ağlamaya başladı.

"Seni özleyeceğim, Ceres," dedi omzunun üzerinden. "Sen diğerlerinden farklısın. Her gün göğe bakıp aynı yıldızlar altında olduğumuzu bilerek yaşayacağım. Sen de aynısını benim için yapar mısın?"

Önce ona bağırmayı : beni burada tek başıma nasıl bırakırsın, demeyi istedi.

Fakat sonra burada kalamayacağını içten anladı, şu ankinden daha da zorlaştırmak istemiyordu durumu.

Yüzünden bir yaş süzüldü. Burnunu çekip kafasını salladı.

"Her gece ağacımızın altında duracağım," dedi.

Babası Ceres'i alnından öptü ve nazikçe onu sardı. Sırtındaki yaralar bıçak batıyormuş gibi hissettiriyordu fakat dişlerini sıkıp sustu.

"Seni seviyorum, Ceres."

Cevap vermek istedi fakat bir şey söylemek için kendini toparlayamadı, kelimeler boğazında düğümlendi.

Ahırdan atını getirince Ceres biraz yiyecek, araçları ve malları yüklemesi için ona yardımcı oldu. Ona son bir kez sarılınca Ceres üzüntüden göğsünün yarılacağını hissetti ancak yine de tek kelime edemedi.

Atına bindi ve hayvana hareket etmesi için işaret vermeden önce kafasını salladı.

Babası atıyla ilerlerken Ceres el salladı, uzak tepenin ardında yok olana kadar pür dikkat babasını izledi. Hissettiği tek gerçek aşkı bu adam tattırmıştı ona ve o da şimdi gidiyordu.

Göklerden yağmur yağmaya başlarken yüzünü ıslatıyordu.

Bütün gücüyle bağırdı, "Baba!". "Baba, seni seviyorum!"

Dizlerinin üstüne düşüp ellerini yüzüne götürdü ve hıçkırdı.

Bildiği anlamda hayat bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Ağrıyan ayakları ve yanan ciğerleriyle Ceres dik tepeye elinden geldiği kadar hızlı bir şekilde iki yanındaki kovadan bir damla su taşırmadan tırmandı. Normalde mola vermek için dururdu ancak annesi gün doğana kadar gelmezse kahvaltı vermemekle tehdit etmişti onu, kahvaltı etmemesi demek akşam yemeğine kadar aç kalması demekti. Acıyı hiç bir şekilde umursamıyordu, en azından aklını babasından ve o gittiğinden beri işlerin ne kadar sefil bir hale geldiğinden uzaklaştırmasına yardımcı oluyordu

Güneş daha yeni uzakta yer alan Alva Dağları'nı aşmış, dağınık duran bulutları altın bir pembeye boyuyordu;  yumuşak rüzgar yolun her iki tarafındaki uzun, sarı çimenleri okşuyordu. Ceres oksijeni bol sabah havasını burnuna çekti ve daha hızlı olmak için kendini zorladı. Annesi her zaman gittiği kuyunun kuruduğunu ya da sekiz yüz metre daha ileride olan diğer kuyuda sıra olduğunu mantıklı bir bahane olarak kabul etmeyecekti. Aslında tepenin üstüne ulaşana kadar hiç durmamıştı, durduğunda ise yol üzerinde mıhlanmış önündeki manzara karşısında şaşkınlığa uğramıştı.

Uzakta görünen noktada evi vardı, önünde ise bronz bir araba duruyordu. Annesi arabanın önünde aşırı şişman bir adamla konuşurken onun yarısı boyunda birini bile daha önce görmediğini düşündü Ceres. Kırmızı keten bir gömlek giymişti, kırmızı ipek bir şapkası vardı. Uzun ve sert sakalı griydi. Ceres gözlerini kısarak anlamaya çalıştı, bir satıcı mıydı bu?

Annesi en güzel elbisesini giymişti, Ceres'e yeni ayakkabılar alması gereken parayla kendine uzun yeşil ve ketenden bu elbiseyi almıştı. Bunların hiç biri Ceres'e mantıklı gelmiyordu.

Ceres yavaşça tepeden inmeye başladı. Gözlerini onlardan ayırmadan yoluna devam ederken yaşlı adamın annesine ağır bir deri kese verdiğini ve annesinin suratının bir anda aydınlandığını gördü dolayısıyla merakı arttı. Kem talihleri tersine mi dönmüştü? Babası eve dönebilecek miydi? Bu düşünceler onu biraz hafifletti ancak tüm detayları öğrenmeden heyecanlanmak istemedi.

Ваша оценка очень важна

0
Шрифт
Фон

Помогите Вашим друзьям узнать о библиотеке

Скачать книгу

Если нет возможности читать онлайн, скачайте книгу файлом для электронной книжки и читайте офлайн.

fb2.zip txt txt.zip rtf.zip a4.pdf a6.pdf mobi.prc epub ios.epub fb3

Популярные книги автора